Yıl 1207… Hz. Muhammed’in nurundan bir damla düşer Afganistan’ın Belh şehrine: Mevlana Celaleddin Rumi. Bu nur ile Moğol istilasına kadar beş sene aydınlanır Belh ve 1212 yılında Nişabur ve Bağdat ardından hac vazifesi için Mekke’ye doğru bir yolculuk başlar. Rumi sıfatını alacağı Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde üzerinden süren Anadolu yolculuğunu, Selçuklu Hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti ile aşkın şehrinde, Konya’da tamamlar Mevlana Celaleddin Rumi. 1225 yılında babası Bahaeddin Veled tarafından Semerkantlı Hoca Şerafettin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile evlendirilen Mevlana, babasının ölümünün ardından Seyyid Burhanettin’in himayesi altına girer. Dokuz yıl boyunca Mevlana’yı ilmiyle tutuşmaya hazır bir çıra haline getiren Seyyid Burhanettin’in vefatı üzerine Mevlana’nın aşkı arayan gezgin ruhu duramaz yerinde, Şam ve Halep’e gider. Yedi yıllık aşk arayışı ve ilim tahsili ardından Konya’ya dönen Mevlana, özlem dolu yalnızlığı ile ders okutup vaaz vermeye başlar.
İKİ DENİZ KAVUŞUR
Yıl 1244… Artık beklenen zaman gelmiştir. Yanmak üzere bekleyen aşk çırası Şems’in ateşi ile buluşur. İki denizin kavuşmasıdır o an. Mevlana gibi bilgin, temkinli bir sufiyi, uçsuz bucaksız aşk denizine salıveren, onu pişiren, potasında yakan, kavuran, Tebrizli Şems gelmiştir. Artık bütün dünyayı saran aşkın, eşsiz dizeleri dökülecektir geceler boyu süren sohbetlerde. Mevlana’nın ruhu yakan şiirleri dökülecektir aşkla coşan yürekten: “Dünyanın her cüzü, her parçası âşıktır. Her parçası bir buluşma sarhoşudur.
Eğer güneş de âşık olmasaydı onun yüzünde bu parıltı, bu ışık bulunur muydu? Yeryüzü ve dağ âşık olmasalardı her ikisinin de gönlünde bir ot bile bitmezdi. Eğer deniz aşktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi? Elbette bir yerde donar kalırdı.” Mevlana artık aşk olmuştur. Ne ders vardır gözünde, ne vaazlar. Gecesi, gündüzü her anı Şems olmuştur. Günler, geceler nasıl geçer anlamaz olmuştur. Kıskanırlar Mevlana’yı, ayırmak isterler iki dostu. Mevlana’nın ışığından sadece kendileri faydalanmak isterler. Halbuki bilmezler, o ışık Tebrizli Şems’ten gelen güneşin ışığıdır ve o güneş yetecektir herkesi aydınlatmaya. Ama anlamazlar…
GÜNEŞ ŞAM’DAN DOĞDU
Günler geceleri kovalar. Tebrizli Şems’e olan aleyhtarlık giderek artar. Dedikodular alır yürür. Dayanamaz Şems daha fazla ve bir gün sessiz sedasız kaybolur ortalıktan. Bu kayboluş dağlar Mevlana’nın yüreğini; hicran ateşi yakar, kavurur. Ve dizelerin en acı sözleri dökülür ayrılıkla kavrulan yürekten:
“Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme/ Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme/ Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı/ Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun etme/ Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru/ Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme./ Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için/ Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme.” Mevlana bu acı ile yanıp kavrulurken yüreğine su serpen mektup gelir Şems’ten. Güneşinin Şam’da olduğunu öğrenir ve oğlu Sultan Veled ile bir mektup da o gönderir. Aldığı mektup üzerine Sultan Veled ile Konya’ya döner Şems. Artık ayrılık acısı dinmiştir Mevlana’nın; güneşine kavuşmuştur. Fakat bu vuslat çok uzun sürmeyecektir. Çünkü Şems’e duyulan kin ve nifak kazanları tekrar kaynamaya başlar. Çok uzun sürmez vuslatın sevinci… Şems ikinci kez ve bir daha geri dönmemek üzere sırlı bir şekilde ortadan kaybolur.
AŞKI ARAYAN MİLYONLAR KONYA’YA AKIN EDİYOR
Mevlana’nın Hakk’a vuslatının üzerinden sekiz asır geçti. O’nun vuslat yıldönümü her sene Konya’da 10 – 17 Aralık tarihleri arasında bir düğün coşkusuyla kutlanıyor. Her yıl yerli-yabancı binlerce insanın akın ettiği Konya, artık aşkın şehri olarak anılıyor. Ney’in en güzel fısıltısı, semanın en güzel halini bu şehirde yaşanıyor. Ruhu şifalandıran bu şehir, aşkı hâlâ fısıldamaya devam ediyor. Siz de bu fısıltıya kulak verin… “Gel, gel, ne olursan ol yine gel/İster kafir, ister Mecusi/İster puta tapan ol yine gel/Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir/ Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…”
DÜĞÜN GECESİ
Mesnevi’nin bitişinde epeyce yaşlanan Mevlana, ölümü heyecanla beklemektedir artık. Zira O’nun için ölüm, bir ayrılık değil vuslattır; gerçek sevgiliye, Allah’a, kavuşacağı andır. Bu yüzden ölüm gününe düğün gecesi yani Şeb-i Arus der. Ve 17 Aralık 1273 Pazar günü Mevlana, Şeb-i Arus’unu; düğün gecesini, Hakk’a vuslatı yaşamış, ebediyete göçmüştür. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlana, aşkı aradığı yolda aşk olmuştur.
SEMAYLA YÜREKLER RAHATLADI
Mevlana artık sükûnet devrindedir; ta ki Konyalı kuyumcu Selahaddin Zerkubi ile karşılaştığı o ana kadar. Mevlana, kuyumcu Selahaddin’in dükkanının önünden geçerken, onun ahenkli çekiç vuruşundan heyecanlanır, cezbelenir ve hemen orada sema etmeye başlar. Kuyumcu Selahaddin de bu coşkunun karşısında vurdukça vurur çekice, ezilen altını umursamadan. Bu andan itibaren Mevlana, manevi yalnızlığını Selahaddin Zerkubi ile doldurur. Mevlana’nın coşkunluğu, sakin yapılı Selahaddin Zerkubi ile yatışır. Bu dostu ile daha bir olgunlaşır Mevlana. 10 yıl süren dostluk Selahaddin Zerkubi’nin vefatı üzerine bu dünyada biter, ahirete taşınır. Mevlana’nın Kuyumcu Selahaddin’den sonraki yoldaşı, Çelebi Hüsamettin’dir artık. Bu dostluk asırlara ışık tutacak Mesnevi’nin de yazılmasına vesile olmuştur.