Geçtiğimiz hafta, Mevlana haftasıydı ve özellikle 17 Aralık’ta dünyanın dört bir yanından insanlar Türkiye’ye, Konya’ya akın etti. Gelenlerin arasında sadece Müslümanlar yoktu; Hristiyanlar, Yahudiler, Budistler, hatta kendini ateist olarak tanımlayanlar da oradaydı. Peki, nasıl oluyordu da Mevlana, ölümünden yüzyıllar sonra bile bu kadar insanı kendine çekebiliyordu? Nasıl oluyordu da birbirinden farklı inançlara sahip insanlar aynı yerde huzuru bulabiliyordu?
İşte bu, Anadolu irfanının özünü barındıran Sufizm’in gücüydü. Sufiler, daima insanın kalbine hitap ettiler. Sözcüklerini şiirlere, duygularını musikiye ve semaya dönüştürdüler. İnsanlar onları kulaklarıyla değil, can kulağıyla dinledi; gözleriyle değil, gönül gözleriyle izledi. Bu, bir öğretiden çok, bir hâl, bir yolculuktu. Mevlana haftası kapsamında Almanya’da gerçekleştirdiğim konuşmada Sufi felsefesinin insanlara ilham veren derin mesajlarını anlattım. Konuşmamdan bazı notları sizinle paylaşmak istiyorum.
AŞK BİR KÖPRÜDÜR
Kalp bir denizdir, dil ise kıyısı. Denizde ne varsa kıyıya o vurur. Mevlana’nın etkisi, yalnızca kelimelerinde değil, o kelimelerin ardındaki sevgide saklıdır. O, insanı dış görünüşüyle değil, ruhuyla görmeyi öğütledi. Mevlana’nın çağrısı evrenseldi: ‘Gel, kim olursan ol, yine gel!’ Sufi yolu, bir bilme değil, bir hissetme yoludur. Zihnin karmaşasından sıyrılıp kalbinin derinliklerine inmeyi gerektirir. Mevlana’nın dediği gibi: ‘Kalp bir denizdir, dil ise kıyısı. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.’
Bu yol, kitaplarda yazılanlardan çok, hissedilen bir yolculuktur. Sufizm, sadece bir öğreti değil, bir hâl, bir yaşam biçimidir. Çünkü kalp, insanın en derin hakikatine açılan bir kapıdır. O kapıyı açarsan, hakikati orada bulursun. Çünkü sufinin yolu kalbin yoludur; hakikat dışarıda değil, içeridedir. Sevgi… Sufizm’in özü budur. Sevgi, yalnızca bir insana duyulan bir his değil, her nefeste, her varlıkta Yaratıcı’yı görebilmektir. Sevgi, bir bağışlama, bir kabul hâlidir. Sufizm, insanın önce kendisini, sonra diğerlerini, nihayetinde ise tüm varlığı kucaklamasını öğütler. Sevgiden uzak bir yolculuk, yolculuk değildir. Kalbin kapalı ise, hakikate ulaşamazsın. Ama sevgiyi rehber edersen, yollar kendiliğinden açılır. Tıpkı bir nehrin, taşlara rağmen yolunu bulması gibi, sevgi de her engeli aşar ve seni hakikate taşır.
Bir sufi, ‘Kimim ben?’ diye sorar, ama bu soruyu zihniyle değil, kalbiyle sorar. Zihin, geçmişin yükleri ve geleceğin endişeleriyle meşguldür; mantık arar, kanıt ister, sınırlar çizer. Ancak kalp, başka bir boyuttan konuşur; sessiz ama derin bir bilgelikle fısıldar. O fısıltı, sadece huzurlu anlarda değil, bazen kaosun içinde bile duyulabilir. Bazen bir nefesin dinginliğinde, bazen bir çocuğun gülüşünde, bazen de bir damla yağmurun toprağa dokunuşunda ortaya çıkar. Ve sufi bilir ki, cevap daima sevgide saklıdır.
SEVGİ, BİR VAROLUŞ BİÇİMİ
Sevgi, burada yalnızca bir duygu değil, bir varoluş biçimidir. Aşk, insanın hem kendini hem de evreni yeniden anlamlandırdığı bir köprü gibidir. O köprüden geçen kişi, sıradan olanın nasıl yüce olana dönüştüğünü görür. Tıpkı bir taşın sabırla, emekle ve sevgiyle bir mücevhere dönüşmesi gibi, kalp de saflaşabilir, berraklaşabilir, hakikati yansıtabilir. Ama bu ancak kalp sevmeye açık olduğunda gerçekleşir.
AŞK, EVRENSEL BİR BAĞDIR
Kalbin sevmeye açık olması, bir cesaret işidir. Çünkü sevgi, sadece mutluluğu değil, yaralanmayı da göze alır. Sevgi, kalbin duvarlarını yıkmayı, korkularını bırakmayı ve belirsizliğin içine güvenle adım atmayı gerektirir. Bir sufi, kalbini bu şekilde açık tutar, çünkü bilir ki sevgi, sadece almayı değil, vermeyi de içerir. Sevgi, yalnızca sahip olmak değil, özgür bırakmaktır. Bu yüzden, kalbin bir bahçe gibidir. Onu sevgiyle eker ve sabırla beslersen, oradan en güzel çiçekler açar. Ama unutma, bahçeni yabani otlardan temizlemek de senin sorumluluğundur. Korkular, öfke, kıskançlık gibi duygular bu yabani otlardır. Bir sufi, kalbini bu otlardan temizler, çünkü bilir ki hakikatin ışığı, ancak temiz bir kalpte parlayabilir.
Ve aşk, bu yolculuğun hem başlangıcı hem de sonudur. Aşk, seni dönüştürür. Seni kendine getirir, sonra da kendinden öteye taşır. Çünkü aşk, yalnızca bireysel bir deneyim değil, evrensel bir bağdır. Sıradan olanı yüce olana taşır, kişisel olanı evrenselle birleştirir. Ve kalbin sevgiyle saflaştığında, Sufi bilgelik der ki: Artık sen sadece bir insan değil, bir sevgi elçisi olmuşsundur. Mevlana’nın bir sözü ile bitirelim: “Kalp, sevgiye açılmadıkça hakikati göremez.”