“Sakin ama kalabalık bir festival”

Altı yıldır kentin tarihini ve tiyatro geleneğini sahneye taşıyan Bergama Tiyatro Festivali, 2025 edisyonuyla birkaç gün süren bir etkinliğin ötesine geçerek Bergama için uzun soluklu bir kültür güzergahının temellerini atıyor ve kültürle dönüşen bir yapının taşıyıcısı olmayı hedefleyen yeni bir yolculuğa çıkıyor. Yerel yönetimler, gençler, esnaf ve sivil toplumun katılımıyla güçlenen bu yaklaşım, festivalin kentin yanı sıra kentlilerle birlikte üretim yapmasına olanak sağlıyor.
Bu seneki edisyonla birlikte yıl boyunca sürecek kapasite geliştirme programları ve kültür politikası çalışmalarıyla kentle birlikte büyümeyi amaçlayan festival programı; tiyatro gösterimlerinin yanı sıra kültür politikaları üzerine tartışma oturumları ve kente yayılan yürüyüşlerle de şekilleniyor. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkıları, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Bergama Belediyesi’nin paydaşlığında; Bergama Ticaret Odası (BERTO), Bergama’yı Sevenler Turizm Derneği (BSTD), Ne Yerde Ne Gökte Derneği ve Bergamalı işletmelerin destekleriyle düzenlenen festival, Ateş Çelik sponsorluğunda gerçekleşiyor. Gelin, detayları festivalin yaratıcılarından öğrenelim… Bergama demişken, bu vesileyle, M.S. 129 yılında Bergama’da doğan, tıp, anatomi, fizyoloji, farmakoloji ve mantık gibi birçok alanda derinlemesine çalışmalar yapmış filozof Galen’e ve 93’te Madımak Katliamı’nda yaşamını yitiren şair ve yazar üstat Metin Altıok’a da selam olsun! (Es notu: Röportajdaki oyun fotoğrafları: “Kozalar”, “Khora”, “Şakşakçılar”.)
“Cevapsız soruların peşinden koşar”
İzninizle sondan başlayalım. ABD’li yazar Ursula K. Le Guin “Yerdeniz” adlı romanında, “Bir delilikti ama belki de… sanki bütün hayatımız boyunca kapıları kilitleyip duruyor gibiyiz. Yaşadığımız yer evin içi… Hayatı mümkün kılan tek şey, kalıcı ve dayanılmaz belirsizliktir; sıradaki ne geleceğini bilememektir” derken “Tehanu” da ise, “Bizler kendi özgürlüklerimiz kadarız” diyerek noktayı koyar. Bu cümlelerin ışığında, kişisel ve kültür sanat rotanızın kadrajından 2024 yılı “Z Raporu”ndan nasıl bir fotoğraf ortaya çıkar? Ve 2025’in de finaline yaklaştığımız şu günlerinde, uzun ve kısa vadede dünya insanlarına ve tiyatroya dair öngörünüz ne olur?
Eren Arıkan: Kapılarına kilit vurduğumuz her odayı tekrar açıp içeri bakma zamanının geldiğini düşünüyorum. Tüm bildiklerimize, inandıklarımıza, kendimize, durduğumuz yere… 2024 ve 2025, doğru bildiklerimizin bizi şaşırttığı; konfor alanlarımızın sınırlarının giderek daraldığı ve kendimize döndüğümüz – dönmemiz gereken – bir sürece soktu, sokuyor hepimizi. Değişimin ve “dönüşüm”ün tekrar bireyden başlayacağı, bireyin hikâyesinin topluma yön verdiği bir dönem.
Melis Balaban: Sanırım hiçbirimiz günün getirdiği yeni ağırlıklardan kaçamıyoruz. Dinlenmeden devam ediyormuşuz gibi geliyor bana. Birbirimize yeni şekillerde bağlanıyoruz, birbirimizde yeni anlamlar buluyoruz, evet ama bu kadar bilmek de bazı soruları cevaplayamıyor maalesef. Tiyatro bu soruları cevaplar mı, bilemiyorum. Gerçi tiyatro genellikle cevapsız soruların peşinden koşar…
Gelelim röportajımızın öznesi olan Bergama Tiyatro Festivali’ne… Yaşamını Berlin-Bergama rotasında sürdüren, çocukluğu bu beldede geçmiş tiyatrocu Eren Arıkan’ın hayalinin ürünü ve 2018’de Berlin ve Bergama arasında, Zeus Altarı’nın Berlin’e götürülmesiyle başlayan mevzu… Meram çok saf ve keyifli görünüyor. Festivalle ilk kez tanışacaklar için; bu meramın çıkış noktasındaki heves neydi?
Eren Arıkan: Çıkış hikayesi tam da sizin anlattığınız gibi, bireysel bir deneyimin bir hikâyeye; bir hikâyenin bir hayale ve bir hayalin de kollektif bir çaba ile gerçeğe dönüş süreci. Ve elbette 2018’den beri bu hayalin var olmasını sağlayan onlarca ismin çabası, emeği.
Melis Balaban: Benim festivalle ve ekibiyle yolum geçen sene kesişti. Yıllardır çeşitli sanat üretimlerinin içinde yer almış biri olarak şunu söyleyebilirim: Bir iş ne kadar basit ve sade görünüyorsa, arkasında birbirine gönülden bağlı, işin her alanını sahiplenen ve içinde ufak bir delilik barındıran şahane insanlar olduğunu biliyorum. Bu sebeple de Bergama Tiyatro Festivali’ne bugüne kadar emek vermiş herkese buradan teşekkür etmek isterim; yaratılan ruhun kolektif hafızası, festivalin bu seneki ekibine de üflenmiş oldu sayelerinde.
“Gücünü Bergamalılar ve gençlerden alan”
Bu yılki festivalin içeriğinden ve detaylarından bahseder misiniz? Festivalin derdi, teması veya odak noktası nedir? Masa başına otururken öncelikleriniz neler oluyor; programı hazırlarken yaratıcı enstrümanlarınızı neye / nelere göre şekillendiriyorsunuz?
Eren Arıkan: Bergama Tiyatro Festivali hiçbir zaman bir “tema” festivali olmadı. Ancak her edisyonda hem doğal sürecin önüne getirdiği hem de gelişim sürecinde etkili olan meselelerin üzerine gitmeye çalıştık. Berlin-Bergama, Gençler-Çocuklar, Bergama-Bergamalılar, Sürdürülebilir yapılar-sektörleşme gibi… Bu yıl ise tüm bu birikimin merkeze konduğu bir dönüşüm sürecini deneyimliyoruz. Festival, artık sadece bir edisyon gerçekleştirmekten ibaret değil; bunun ötesinde bir amaç ve anlam taşıyor. Bu değişimle birlikte, gücünü “Bergamalılar” ve “gençlerden” alan bir yönetim anlayışıyla sene boyu devam edecek bir kültür stratejisi oluşturma sürecinin parçası oluyoruz. Bu Ağustos’ta gerçekleşecek buluşmanın amacı da deneyimlemek istediğimiz bu sürece zemin hazırlamak. Programa dair tüm yaklaşımımız da bu iki temel hat üzerinden şekillendi: Bergamalılar ve Bergama’ya dair kültür stratejisi.
Bu yılın programını ve rotasını yalnızca birer cümleyle tarif etseniz, bu nasıl bir tanım olurdu?
Melis Balaban: “Mevcut imkânlar”ın olumsuz tınısını reddedip elini taşın altına koyan insanların hikâyesini anlatan, sakin ama kalabalık bir festival.
Eren Arıkan: Bergamalıların festivalin her alanda etkisini hissettiğimiz, programı yerelin hikayesi ile harmanlayan, genç dokusu ve dokunuşu olan sade bir program.
Alman felsefeci Jürgen Habermas, “Sanat, toplumsal iletişimin ve rasyonalitenin sınırlarını genişleten bir alan; tiyatro ise bu iletişimi canlı ve ortak deneyimlere dönüştüren bir mekandır” der. Bu tanımdan hareketle festivalin ilk gününden bugününe, Bergama kenti ve yerel halkla hemhalinde neler yaşandı; zorlukları ve kolaylıkları nelerdi? Ayrıca festivalin Bergama ve çevresi için kültürel ve sosyal etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz; biraz tariflerseniz bizlerin de kafasında şekillenmiş olur!
Eren Arıkan: Bugüne kadar her fırsatta söylediğim bir cümle vardı; Bergama Tiyatro Festivali’ni özel kılan şey Bergama’nın kendisi. Şimdi buna bir cümle daha eklendi. Bergama Tiyatro Festivali’ni mümkün kılan şey de Bergamalıların kendisi. BTF, yola çıktığı ilk yıldan itibaren ülke ve dünya gündeminin yarattığı zorlu iklimden payına düşeni bonkör bir şekilde aldı; diğer birçok kültür kurumu -oluşumu- üreticisi gibi. Bu süreçte, sizin de belirttiğiniz gibi, uluslararası etki yaratma hedefi olan yerel bir festival olarak bu zorlukların etkisini azaltacak yollar ve kaynaklar arama süreci en öncelikli mesai haline geldi. Hatta bu o kadar büyük bir mesai haline geldi ki, 2024’ün sonunda gelinen noktada artık bu arayış, festivalin hedeflerinin ve hayallerinin önüne geçtiği bir hal aldı. Festivali “her koşulda” gerçekleştirme çabası, festivalin hedeflerini gerçekleştirmez bir hal almaya başlamıştı. İşte bu noktada Bergamalıların sürece dahil olması, bu sene merkeze koyduğumuz bu dönüşüm sürecinin ve altıncı kez gerçekleşecek buluşmanın itici gücü haline geldi.
“Geleceğe dair birlikte bir hayal kurmaya”
Diyorsunuz ki: “2024’teki 5. edisyon sırasında ve sonrasında yaşanan gelişmeler üzerine, festivalin karar alma, uygulama ve temsiliyet süreçlerinde Bergamalılar ve gençlerin merkezde olduğu yeni bir ‘dönüşüm’ süreci başlattık; 2025 buluşmasının bu dönüşümün ilk somut çıktısı olmasını bekliyoruz.” Sizi bu “dönüşüm”e götüren detaylar nelerdi? Bu değişim neyi ifade ediyor; bu dönüşümden, hedefleriniz ve beklentileriniz nedir?
Eren Arıkan: Bir önceki soruda da kabaca bahsettiğim gibi, 2018’den beri yaşanan her edisyon için yazdığımız metinlerde hep “içinden geçtiğimiz bu zor günlerde” cümlesi kullanılmış, pandemi, yangınlar, depremler, ekonomik zorluklar, savaşlar. Tüm bunlar yerelde, daha çok yeni -emekleme aşamasındaki bir yapı için elbette büyük etkiler yaratır hale geldi. Dönüşüm de bu etkilerin yarattığı öngörülemez ortamın koşullarını biraz daha öngörülebilir hale getirmeyi ve bu sürecin yönetimini daha kolektif bir şekilde Bergamalılar ve gençlerle paylaşmayı hedefliyor.
Melis Balaban: Çevremizde, herhangi bir yapının durup kendine bakarak bir şeyleri değiştirmesi gerektiğini fark ettiğine ve bunu yapmak için somut bir adım atma cesareti gösterdiğine çok sık şahit olmuyoruz. Bir sistem çalışmıyorsa, önce sorun tespiti yapmak, ardından çözüm odaklı aksiyonlar almak gerekir. Festivalin yeni bir şeye dönüşme yolculuğunun ilk adımı olan Ağustos buluşması; niyetleri anlatmak ve anlamak için büyük bir çember oluşturmanın, birbirini dinlemenin ve tanışmaya başlamanın bir yolu gibi. Bence, bütün ekibin ve festival destekçilerinin ortak dileği, geleceğe dair birlikte bir hayal kurmaya başlamak.
“2000 yıllık bir tiyatronun mermer sıralarında”
Bültende diyorsunuz ki; “Bu özel buluşma, alışılmış festival programının ötesine geçerek; bugüne dek edinilen deneyimlerin paylaşıldığı, dönüşüm hedeflerinin odağında bir yapı inşasının ilk adımlarının Bergamalılar ve gençlerle birlikte atıldığı bir deneme süreci olacak. Bu yeni süreç, Bergama’nın kültürel geleceğini birlikte kurma çağrısını da içinde barındıran Bergama’nın kültür stratejisinin, kültür politikaları ekseninde oluşturma yolculuğunun da tohumlarını atacak.” Yaşadığımız dijital ve kaygı çağında hele de her şeyin dejavu ile katmerli bir şekilde cereyan ettiğini düşünürsek; epey ağır ve yüklü bir hedef belirlemişsiniz. Bu hedefte/arzuda öncelikli yapacağınız madde nedir, bu yolculukta sanatseverlerden veya yerel halktan beklentileriniz neler?
Eren Arıkan: Bu yüklü hedef, bir festivalin var olma -belki de zamansız bir yapıya evrilme hedefinin yükü. Bu yükün ağırlığını öncelikle festivalin ve kentin sahipleri olan Bergamalılar ile paylaşıp mümkün olduğu kadar ortaklaşılmış hedefler ekseninde paylaşmaya çalışacağız. Bergamalılardan beklentimiz, bu sürece el vermeleri, dahil olmaları ve paylaşmaları. Elbette bu yolculuğun da tüm sanatseverler tarafından anlaşılıp paylaşılası, omuz verilmesi de doğal beklentimiz.
Bu yıl ilk defa katılım gösterecek veya güzergahlarını Bergama’ya kıracak olan sanatseverler için sorum; festivalde gelenleri neler bekliyor?
Eren Arıkan: Tüm bu zorluklar içinde yine dolu dolu bir program bekliyor. 2000 yıllık bir tiyatronun mermer sıralarında binlerce yıl önce tam da o noktadan sahneye bakan ruhlara eşlik edip Asklepion’un büyülü atmosferinde birlikte gülmek bekliyor. Bergama’nın Arnavut kaldırımlı yollarında tökezlemeden yürümeye çalışırken yüz yıllık evlerin bazen hüzünlü hikayelerinde istemeden tökezlemek bekliyor. Üzerinde insan sesi ve nefesinin binlerce yıldır hiç kesilmediği bu kentin Antik Yunan’dan Roma’ya, Bizans’a, Beyliler Dönemi’nden Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze aktarılan mirasın bugünkü karşılığı olan yemek kültürünün unutulmaz lezzetleri ve bu hikâyelerin taşıyıcılarının anlatımı bekliyor.
Melis Balaban: Bergama’ya ve mekanlara özgü performanslar, yürüyüşler, gastronomi rotaları; üniversite ekiplerinin tiyatroyu neden sevdiğimizi hatırlatan işleri; çocuklara ve gençlere yönelik kalıp dışı oyunlar, masallar; kentin geçmişini ve geleceğini düşünmeye teşvik eden paneller, kamusal alanlarda oyunlar, Akropol’de kızıl bir gün batımı ve Asklepion’un sizi başka bir gezegende hissettiren atmosferi…
Festivalin, sizi en çok etkileyen an’ı veya projesi nedir? Sizce, Bergama’nın tiyatro ve sanat alanındaki potansiyeli neler barındırıyor? Mesela, Bergama ve Berlin hattında organik festival ağı oluşabilir mi? Ve belki de başka şehirler, ülkeler; neden olmasın!
Eren Arıkan: O kadar çok ki… o yüzden bu soruya cevap vermek zor. Bununla birlikte bir örnek verebilirim. Her sene Akropol’de gerçekleştirdiğimiz gün batımı etkinlikleri sayesinde keşfettiğim bir duygu ve bu duyguyla birlikte inandığım bir durum. Biz Bergamalılar olarak evinden uzak Zeus Altarı için her zaman çok karışık duygular içinde kalırız. Ancak gün batımında Akropol’de geçen o özel anlarda fark ettiğim şey şu oldu: Belki, Zeus Altarı’ndan kalan taşların bir kısmı şu anda burada -Bergama’da değil, ancak 2000 yıl önce o dönemin en ihtişamlı tapınağının yapıldığı o nokta ve o noktanın seçilmesine neden olan şey, her ne ise o hala burada Bergama’da. Gün batımında Akropol tepesinden Bakırçay’a bakarken 2000 yıl önce sizin durduğunuz, o noktada durup o tapınağın oraya yapılma kararına neyin, neden olduğunu hissedebiliyorsunuz. Bu bile tek başına muhteşem bir şey.
“Hem modern hem de antik bir his”
Einstein’ın zaman olmadan mekân asla, mekân olmadan zaman asla var olamaz tarifinden yaklaşırsak; Bergama’nın tarihi dokusu ve festivalin çağdaş tiyatro dili arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Mekânın hafızası ile sahnelenen oyunların hafızası nasıl etkileşime giriyor?
Melis Balaban: Her performans sahnelendiği yere göre değişiyor, dönüşüyor bence. Turneye çıktığınızda bir oyunu daha oynamaktan ziyade, bir yolculuk anısı yaratıyorsunuz. Bergama’da bizim sahne olarak tanımladığımız her bir mekân, şehre girdiğinizde hissettiğiniz o farklı atmosferin içine dahil. Mesela, Bergama Kültür Merkezi hem modern hem de antik bir his uyandırıyor bende. Soruda belirttiğiniz Bergama’nın tarihi dokusu ve çağdaş tiyatro dilinin bir mekânda vücut bulmuş en güzel örneği sanırım.
Bergama’daki yerel halkın festivale yaklaşımı, seyir deneyimini nasıl dönüştürüyor? Ve mesela, 10 yıl sonra festivale dair hedefiniz, arzunuz nedir; nasıl bir iz bırakmasını istersiniz? Daha önce Bergama’yı birkaç kez ziyaret etmiş bir fani olarak; önümüzdeki yıllarda uluslararası çapta bir kültür rotasının önemli duraklarından biri olabilecek bir festival olarak düşledim meramınızı; ne dersiniz?
Melis Balaban: Festival zamanı Bergama gerçekten bambaşka bir hâle bürünüyor; kentin ritmi değişiyor. O günlerde sadece izlenecek oyunlar ya da etkinlikler değil, sokaklarda hissedilen ortak bir enerji var. Birkaç gün boyunca kente dışarıdan gelenlerle Bergamalılar aynı akışın parçası oluyor, aynı heyecanın içinde buluşuyor. Seyirci olmakla ev sahibi olmak arasındaki sınırlar neredeyse siliniyor; festival tam da bu ortaklık için bir zemin yaratıyor. Bizim dileğimiz de sizin söylediğinize yakın aslında. On yıl sonra Bergama Tiyatro Festivali’nin uluslararası bir kültür rotasının duraklarından biri olmasını, ama bunu yaparken köklerini Bergama’dan alan, burada yaşayan insanların katılımıyla büyüyen bir festival olmasını istiyoruz. İz bırakmak derken kastımız da bu: Kente yalnızca birkaç günlüğüne gelen bir etkinlik değil, Bergama’nın kültür hayatını kalıcı olarak zenginleştiren bir yapı olmak.
Eren Arıkan: Festivali -buluşmayı var eden şey; “yerel halkın” iradesi ve sahiplenme duygusu oldu. Bundan sonrası için de bu hikâyenin istikametinde, bu iradenin rolü oldukça önemli olacak. Özellikle bu dönüşüm süreciyle birlikte hedefimiz; yerelin sahiplenmesiyle kurulacak, kişilerden ve kurumlardan bağımsız olarak işleyebilecek bir sistemde, sürecin devamını sağlayacak mekanizmayı birlikte var etmek ve deneyimlemek. 10 yıl sonra henüz başarmış olur muyuz emin değilim ancak benim hayalim en azından bir 50 yıl sonra! Hayalim: Uluslararası festivaller takvimine girmiş, gönüllü nesillerinden kültür yöneticileri yetiştirmiş, oluşturduğu festival ekonomisinin yanı sıra yarattığı kültür ekonomisiyle hem kente hem kentliye yıl boyu etki eden bir ekosistem oluşturmuş, yeni üretimlere alan açan, güncel tartışmaların ve yeni tanışıklıkların merkezi olmuş, Almanya’da yarattığı farkındalık sayesinde Pergamon Müzesi’ndeki Zeus Altarı’nın kalıntılarının nereden geldiği anlatılırken “Batı Anadolu’da yer alan bir kent” ifadesi yerine; tarımı, gastronomisi, tarihi önemi, renkli kültürel ve sosyal hayatıyla öne çıkan İzmir, Bergama’dan denmesini sağlamış, etkisiyle bir kentin çehresini değiştirmiş bir festival görmek.
Sizce, bugünün sanatçıları için “mekân” ne ifade ediyor? Sınırların giderek silikleştiği bir çağda, fiziksel bir mekânın varlığı hâlâ önemli mi? Ve Türkiye’de sanatçıya alan tanıyan ve aynı zamanda onu düşünmeye teşvik eden yapıların / organizmaların / yaratımların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Eren Arıkan: Ne olursa olsun mekân ihtiyacı sanatçının ya da üreticinin tercihi oluyor. Öznel bir durum yani. Evet, her şey dijitalleşti, artık mekânsızlaşıyoruz tek yanıt değil bence. Mekânla kurulan ilişki ve mekân tanımları alışılagelmiş sınırların dışına da çıksa da mekân ile var olan işler beni hâlâ heyecanlandırıyor. Özellikle yerle ilişki kuran tarihi ile konuşan onu güncelleyen o mekâna özgü -mekânla ilişki kuran işlerin biricikliği o ana değer katıyor.
Melis Balaban: Mekân, sanatçılar için hâlâ çok güçlü bir anlam taşıyor. Çünkü her ne kadar sınırlar dijitalleşme ile silikleşiyor gibi görünse de fiziksel bir mekânın belleği, dokusu ve izleyiciyle kurduğu ilişki başka hiçbir şeyle karşılanamıyor. Bir taşın, bir ağacın ya da bir sokak köşesinin yüzyıllardır taşıdığı hikâyeler, sanatçının işine yeni katmanlar ekleyebiliyor. Bizim için de Bergama’daki her mekân, aslında festivalin görünmez bir oyuncusu. Asklepion’dan Çamlıpark’a kadar her alan, sahneye çıkan oyunun anlamını dönüştürüyor, derinleştiriyor. Türkiye’de sanatçıya alan tanıyan yapılar söz konusu olduğunda hâlâ ciddi eksikler olduğunu söylemek mümkün. Ama aynı zamanda bağımsız girişimlerin, yerel inisiyatiflerin ve kolektif üretimlerin giderek güçlendiğini görüyoruz. Ben geleceği, tam da bu bağımsız ve yerel odaklı çabaların şekillendireceğine inanıyorum. Sanatçıya yalnızca “sahne” değil, aynı zamanda düşünme, deneme ve yanılma alanı açan yapılar, önümüzdeki dönemde kültür politikalarının da en önemli taşıyıcıları olacak.