Jasper Steverlinck solo albümüyle İstanbul’da


“That’s not How Dreams are Made”, “A Song for You” ve “To Make You Feel My Love” gibi ses getiren şarkılara imza atan, 1995’te Gent’te kurulan rock grubu Arid’in solisti ve söz yazarı Jasper Steverlinck, altı yıl aradan sonra üçüncü solo albümü “The Healing” ile geri dönüyor. Albüm turnesi kapsamında, 19 Eylül’de İstanbul Zorlu PSM’de sahne alacak sanatçı, Arid sonrası solo kariyerinde Türkiye’de ilk kez müzikseverlerle buluşacak.

Altı yıllık bir aradan sonra, prodüktörlüğünü kendisinin üstlendiği “The Healing” ile müziğe dönen Flaman kökenli (1976) Jasper Steverlinck, şarkı yazımının hızlı, kayıt sürecinin ise sabır gerektirdiğini söylüyor. Aradığı prodüktörü sonunda kendi içinde bulduğunu belirterek, “Kafamda ne varsa albümde de o şekilde duyulması benim için önemliydi. Her şeyi kendim yapmak özgürleştirici hissettirdi,” diyor. İsviçreli prodüktör Tom Oehler ile birlikte kaydedilen albüm, sanatçının son yıllardaki kişisel iyileşme sürecine samimi bir bakış sunan on üç yeni şarkı içeriyor. Nick Cave’in etkileyici performanslarından ilham alan Steverlinck, “tezatlarla dolu bir konser deneyimi” hedefiyle, uzun yıllardır müzikal ortağı olan usta piyanist Valentijn Elsen ile sahnede olacak. 

Albümün adı, Steverlinck’in kişisel yolculuğunu özetliyor: “Büyümek, kendinle barışmak ve olmak istediğin kişi haline gelmek bir tür iyileşme süreci. Dinleyicilerimden sık sık şarkılarımın, zor zamanlarında onlara iyi geldiğini duyuyorum; zamanı unutturup dertlerinden uzaklaştırması benim için büyük mutluluk.”  

Ben de konser öncesi Steverlinck’e ulaştım. Röportaja geçmeden evvel ve konser öncesi ısındırma olur niyetine, fonumuza Steverlinck’in (The Healing’teki) Türkiye’de de hitleşen şarkısı “Annabelle”yi alabiliriz. Meraklısına not: 14 yıl önce Arid konseri kapsamında İstanbul müzik ahalisiyle tanış olan sanatçının, bu solo hemhalinde bizlere ilk merhabası! Hatta Steverlinck, Belçika kökenli mecra JFK’ya verdiği röportajda; “Türkiye turnesi tamamen tesadüfen gelişti. Birisi şarkımı İstanbul- Joy FM adlı bir radyo istasyonunda çalmış. Bu sayede Türkiye’de küçük bir hitim oldu ve bir konser için davet edildim. Bunun için kime teşekkür etmem gerektiğini bilmiyorum” sözleriyle süreci özetliyor. Eski radyoculardan kim kaldı; o vakit, tüm radyo emekçilerine selam olsun! 
 
Jasper Steverlinck solo albümüyle İstanbul’da

“Biz bir bütünün parçasıyız” 
 
 İzninizle sondan başlamak isterim. Sevdiğim filozoflardan Jean-Paul Sartre “Varlık ve Hiçlik” kitabında: “İnsan gerçekliği, kendi varlığında ızdırap çeker çünkü, kendi- için olmaktan çıkmaksızın, kendindeye erişemeyeceğinden ötürü, o olmaya muktedir olmadığı bir bütünlüğün sürekli istilası altında varlıkta ortaya çıkar. Şu halde insan- gerçekliği, doğası gereği mutsuz bilinçtir ve bu mutsuzluk halinin ötesine geçmesi imkânsızdır” der ve ekler: “Kendi içimizde taşıdığımız hiçlik, bizi sürekli varoluşun anlamını aramaya zorlar.” Üstat Sartre’ın tanımından yola çıkarak sizin kişisel ve sanat / müzik hayatınızın kadrajından 2024-2025 yılı “z raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Uzun ve kısa vadede müziğe karşı öngörünüz ne olur? 
 
Bence, bir noktada insanlık, aslında hepimizin bir bütünün parçası olduğumuzu fark edecek. Bu, evreni oluşturan her olasılığın bizde de bulunduğu ve bizlerin de bu evrenin bir parçası olduğumuz anlamına geliyor. Bu yüzden biz bir bütünün parçasıyız. Ve gelecekte aynı olasılıkta, iş birliğin tek yol olduğunu göreceğimizi, anlayacağımızı düşünüyorum ve bu da yalnızca bilinçle mümkün! Buna gerçekten inanıyorum, ki bu bilinç mutsuz bir bilinç olmayacak, mutlu bir bilinç olacak. Ve nihayetinde bir amacımız olduğunu hissedeceğiz… Müzik için öngörüm ve umudum ise, her zaman hissettiklerimizi yansıtması, yansıtabileceği ve her zaman en saf dil olma özelliğini koruyacağı. 
 
 Gelelim, “Bu albüm bir gereklilikten doğdu. Şarkılar aslında ilk kez anksiyete atakları yaşadığım bir dönemin yüksek sesle söylenmiş düşünceleriydi. Şarkılar tamamlandığında, ancak o zaman bir kalıp gördüm –bu benim iyileşme sürecimdi” dediğiniz üçüncü solo albümünüz “The Healing”in yaratım sürecine… 
 
Albümün kaydı ile şarkıların yazılması arasında belirgin bir fark var. Şarkılarımı iki ya da üç yıllık bir süreçte yazdım; COVID döneminde de bolca yazdım. Yaratıcı sürecim her zaman temelde aynı işliyor. Mesela, şu anda stüdyomda yalnız başıma oturuyorum ve sorularınıza yanıt veriyorum. Şarkı yaratımlarında da genellikle süreç şöyle gelişiyor: Odada oturuyorum, pencereden dışarı bakıyorum ve genellikle aklımda sadece müzik duyuyorum ya da sahip olduğum düşünceler, hisler beliriyor. Bir şarkı yazmak, piyanonun başına oturmak, gitar çalmak ya da birkaç ses denemek bana hemen nereye gitmem gerektiğine dair ve müziği nasıl geliştireceğim konusunda fikirler veriyor. Şimdiye kadar şarkılarımı geleneksel yöntemlerle, sadece bir gitar alıp aklımdaki duygu ve düşünceleri yazarak oluşturdum. Şarkı sözleri ise ya aklımda beliren ya da kendiliğinden ortaya çıkan ifadeler gibi bana sunuluyor ve ben de bunları anlamlandırmaya çalışıyorum. 
 
 “Duygular her şeyi değiştirebilir” 
 
Albümün adı çok manidar: “The Healing / Şifa”. Tarifinizde ‘terapi gibi’ diyorsunuz. Ve sanırım, bu şarkılarla biz müzikseverleri de şifalandırmak istiyorsunuz! Şarkıların size ‘terapi’ gibi geldiği yerden, his dünyanızı nasıl tarif edersiniz? Malum, günümüzde hepimizin “şifa”ya ihtiyacı var, az da olsa sizden nasiplenebilirsek mutlu olurum/z! 
 
Bir anlamda duygu ve düşüncelerimi şarkılarımda açıklıyorum veya tarif ediyorum ama mesele şu ki, sanırım ben duyguları algılama ve derinlemesine hissetme konusunda her zaman çok hassas oldum. Herkes duyguları deneyimler, ama bence asıl önemli olan, onları gerçekten anlamlandırmaya çalışmak! Eskiden insanlara “duygularını görmezden gel” ya da “ne olursa olsun, üstesinden gel” denmesine inanamıyorum. Oysa duygular, bedenin sana bir şey anlatmaya çalıştığının işaretidir ve aslında yaşadıklarının, deneyimlerinin bir tür son ürünüdür, son halidir. Bence duygular, kelimenin tam anlamıyla her şeyi değiştirebilir. Hatta vücudundaki hücreleri bile. Epigenetik de bunu söylüyor: Çevren, hislerin ve yaşadıkların, hatta hücresel düzeyde bile vücudun üzerinde büyük bir etkiye sahip. Kısacası, düşündüğümüzden çok daha güçlü etkileri var. Benim için anksiyete atakları 48 yıllık hayatımda ilk kez ortaya çıktı. Bu duygularla ilk kez yüzleşiyorum ve gerçekten oturup meditasyon yaparak onların anlamını çözmeye, kendimce yorumlamaya çalışıyorum. Buna ihtiyacım var- kelimenin tam anlamıyla içimdeki sessizliğe yöneliyorum. Bu süreci denize benzetmeyi seviyorum, yüzeyde tıpkı düşünceler gibi, sürekli hareket eden dalgalar var. Bazen fırtına kopar ve dalgalar büyür ama denizin derinliklerinde her zaman bir sakinlik vardır. Bedenimde de müziğimde de melankoliye yatkınım (melankoli de büyük bir parçam, beni yıkmadığı sürece çoğu zaman onu kucaklıyorum da) ama meditasyon bunu yumuşatıyor ve beni dengeye getiriyor.  
 
 
Jasper Steverlinck solo albümüyle İstanbul’da

 Albüm merhabasını, kişisel hikâyenize de selam çaktığınız içsel bir şarkı olan “Nashville Tears” ile yapıyor. “İşte o zaman sesimi yükseltirim” nakaratıyla kulaklarımıza zuhur edense ikinci şarkı “Raise My Voice​” veya umut dolu finaliyle güçlü bir kapanış yaratan “Till We Meet”… Eleştirmenlerin, “Huzur dolu bir albüm” ve “En uygun şekilde bir şairin ruhuna ve bir meleğin sesine sahip” gibi tariflerinin sizdeki karşılığı nedir? 
 
Albümdeki 13 şarkıyı tek tek açıklamak uzun sürebilir, ancak genel olarak ifade edebilirim. İnsanların albümü “huzurlu” olarak tanımlamasını gerçekten seviyorum, çünkü amacım, herkesin yaşadığı bu duygu karmaşasının ve albümün temsil ettiği izlenimlerin içinde bile arasında bir tür iç huzuru aktarmaya çalışmaktı. Aslında birinin albümü “huzurlu” olarak nitelendirmesi benim için bir iltifat… “Meleğin sesine sahip” yorumu ise, umarım bunu iyi anlamda söylüyorlardır! 
 
Albümde İsviçreli prodüktör Tom Oehler ile iş birliğiniz dikkat çekiyor. Bu buluşma nasıl oldu? 
 
Tom ile buluşmada aslında hikâye şu, Birleşik Krallık’ta bir yazarlık kampında tanıştık ve albümdeki “Annabelle” adlı şarkıyı birlikte yazdık. Ve albümde sesimin o kadar iyi duyulmasını sağladı ki sonunda onunla gerçekten çalışmak istedim ve albümü birlikte kaydetmenin iyi bir fikir olacağını düşündüm. 
 
“Çocukluğumdaki bir an olurdu” 
 
 90’lı yıllardan bugüne; Arid’li zamanlar, sonrası solo şarkılar, albümler, ödüller… Dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşen konserler, turneler; milyonlarca farklı dilden insana ulaşıp ama aynı dilden şarkılarınızı söylüyor olmak ve hissiyat anlamında da hiç tanımadığınız insanlara bir şekilde dokunuyor olmak müthiş! Tüm bu yolculuk sizin için ne anlama geliyor? Bugünden geçmişe, tüm bu yaşanan maceranıza bakınca, iç dünyanızı ve müzikal yolculuğunuzu nasıl görüyorsunuz? 
 
Tüm hayatımı şimdi, bu an içinde anlatmak zor elbette, ama geriye dönüp baktığımda, içten içe her zaman hissettiğim -biliyordum ki bu hayatta yolum; şarkıcı olmak… Sanki, hâlâ kaderimde olanı takip ediyormuşum gibi, peşinden gittiğimi hissediyorum. Geriye dönüp baktığımda, elbette her insanın hayatında olduğu gibi benim de hayatımda inişler ve çıkışlar, iyi zamanlar ve kötü zamanlar var. Ama hâlâ kendimi ve dünyayı daha derinlemesine keşfetme yolculuğunda olduğumu hissediyorum. Bu yolculukta bana eşlik eden ve her adımımda yön gösteren güçlü araç ise her zaman müzik oldu ve olmaya da devam ediyor. 

Kişisel tarih albümünüze baktığınızda şu anda aklınıza gelip de tebessüm ettiren veya hüzünlendiren neler var? Mesela, bunca yaşanmışlığın, hatıraların, geçmişin fotoğrafı nasıl olurdu? 
 
Vay canına, bu gerçekten ilginç bir soru! Bu fotoğraf nasıl görünürdü diye düşündüğümde, sanırım yarısı siyah-beyaz, diğer yarısı ise renkli olurdu. Ve bu fotoğraf, muhtemelen çocukluğumdaki bir fotoğraf olurdu, çünkü o zamanlardaki fotoğraflarıma her baktığımda, gözlerimdeki o saf ışıltıyı ve içimdeki sınırsız potansiyeli görebiliyorum. Siyah-beyaz kısmı, hayatın içinde zaman zaman karşılaşılan zorlukları temsil ederken, renkli kısmı ise içimizde her zaman var olan güzelliği ve keşfedilmeyi bekleyen potansiyeli simgeliyor diyebilirim. 

Jasper Steverlinck solo albümüyle İstanbul’da

 Sevdiğim (ki bildiğim sizin de sevdiğiniz) şarkıcı Nina Simone, 1969’da Phyl Garland’la yaptığı röportajda şöyle diyor: “Anladığım kadarıyla bizim gibi insanlar için milyonlarca insanın söyleyemediği şeyleri söylemek ve gerçekleri yansıtmak dışında bir amacı yok. Sanırım, bu bir sanatçı için öldüğümüzde geride bırakacağımız miras olacaktır. Umarım, ben de Billie Holiday gibi şanslı biri olurum.” Peki, sizin için müzik ne anlama geliyor?   
 
Nina Simone benim de en sevdiğim şarkıcılardan biri evet. Müzik benim için her şey demek; adeta dünyamın merkezi, hayattaki pusulam. Bana yön veriyor, iç dünyamı bu yaşadığım gerçeklik içinde anlamlandırmamı sağlıyor. Aynı zamanda, hâlâ en büyük güzelliklerin kaynağı ve hayatımda deneyimlediğim sihre en yakın şey. 
 
 
“İnsanların hikâyelerini dinlemek” 
 
Müzikal yolculuğunuzda müziğinizi ve yaşamınızı etkileyen kişi/ler kimlerdi? Bugüne kadar hiç unut(a)madığınız konseriniz hangisi ve neden? 
 
Müziğimi ve hayatımı derinden etkileyenler arasında ilk sırada; The Doors gibi rock grupları ile Iron Maiden ve Metallica gibi heavy metal grupları yer alıyor. Buna ek olarak, ünlü olmayan ama benim için özel anlam taşıyan insanlar da var. Mesela, ilk grubumdan eski arkadaşlarım ki bu aslında ev-bar grubuydu. Onlar da beni ve müziğimi çok etkilediler, çünkü bana müzik yaratma konusunda ortak bir sevinç duygusu aşıladılar ve bu bana, bir şeyler yapabileceğimiz, yaparken de eğlenebileceğimiz umudunu ve inancını verdi. Unutamadığım konserlere gelince: İlk yıllarda, Arid ile çaldığım bazı konserler, özellikle Hollanda’da düzenlenen PinkPop ve Lowlands Müzik Festivalleri, hafızamda özel bir yer edindi unutamadıklarım arasında. Bu festivaller, izleyicilerle paylaştığımız, hissettiğimiz o anların neşesi ve eğlencesi nedeniyle hep aklımda kalacak. Büyük kalabalıkların müziğime gösterdiği ilgi ve enerjinin bana geri yansıması, gerçekten güçlü ve etkileyici bir duygu yaratıyor. 
 
Bugün 2025’ten geçmişteki genç Jasper’e ne söylemek isterdiniz; yapmasını veya yapmamasını istediğiniz şey ne olurdu -aslında bu cevap genç müzisyenlere de rota olabilir? 
 
Bu kadar endişelenmemesini isterdim. Geleceği hakkında daha umutlu olmasını, daha fazla meditasyon yapmasını ve iyi şeylerin onu beklediğini bilmesini temenni ederdim. Ona, “İnancını koru ve daha fazla keyif al. Her şey yolunda, harika bir çocuksun; biliyorsun” derdim. 
 
 Her sanatçının kendince ilham veya yaratıcılık yöntemleri var; sizin ilhamınız veya yönteminiz nedir? 
 
Benim yöntemim genellikle başka müzisyenleri ve müzikleri dinlemek ve arkadaşlarımla sohbet etmekten geçiyor. Bu sohbetler sırasında mutlu, enerjik ve heyecanlı hissediyorum; bu duygu, müziğe dönüşebiliyor. Aynı şekilde, başkalarından bir şeyler öğrenmek ya da müzikle ilgili filmler ve belgeseller izlemek de ilham verici oluyor. Diğer insanların hikâyelerini dinlemek, yazmaya ve kendimi yaratmaya başlamak için ihtiyaç duyduğum enerjiyi sağlıyor. 

Jasper Steverlinck solo albümüyle İstanbul’da

“Bağımsız sanatçıların sayısı artacak” 
 
Müzik endüstrisi de dünyadaki pek çok konu gibi değişiyor, dönüşüyor ve hatta fazlasıyla tüketim ticaretinden etkileniyor! Bunun yanında teknolojiden de fazlasıyla nasibini alıyor. Bu dönüşümü veya evrilemeyi nasıl görüyorsunuz? Bu kadar üretim ve tüketim arasında zeitgeist / zamanın ruhunu yakalayabilir miyiz sizce? Ve bugün yaratılan müziklerde dikkatinizi çeken neler var? 
 
Müzik endüstrisi, dünyadaki diğer pek çok alan gibi sürekli değişiyor, evriliyor ve tüketici ticareti tarafından büyük ölçüde etkileniyor. Teknolojinin etkisiyle de sektör giderek daha da parçalanacak gibi görünüyor. Gelecekte, müziğini sahiplenen ve finansmanını kendilerinin sağlayabildiği bağımsız sanatçıların sayısının artacağına inanıyorum. Bu durum, sanatçılar için özgürleştirici olabilir; çünkü gerçek vizyonlarını ve kim olduklarını daha net bir şekilde ortaya koymaları kolaylaşabilir. İşte sanatın en ilginç yönlerinden biri de bu: Zamanın ruhunu yakalayabilir miyiz? Bence bu, bir sanatçının başlıca amaçlarından biri olmalı. Temelde sanatçının yapması gereken, içindeki enerjiyi ve potansiyeli çevresine aktarmak; böylece ortaya çıkan eser, zamanın ruhunu yansıtan bir ayna olur. Bugün yaratılan müziklerde beni en çok cezbeden, özgür bir ruhla, umut ve enerji dolu bir atmosferin hissedilebilmesi oluyor. Sanatçılar, müzikleri aracılığıyla dünyaya kim olduklarını en saf haliyle gösterdiklerinde, işte bu durum beni gerçekten heyecanlandırıyor. 
 
Bugünlerde size iyi gelen neler var; kitap, albüm, şarkı veya bir an / fotoğraf karesi veya yürümek gibi? Günlük rutininizde neler oluyor?  
 
Neredeyse her gün meditasyon yapıyorum ve yürüyüşe çıkmayı çok seviyorum; bu iki aktivite benim için büyük önem taşıyor. Sabahları uyandığımda “The Daily Stoic / Günlük Stoacı” adlı küçük kitabın bir pasajını okumaya özen gösteriyorum. Bu kitap, her gün için bir sayfa sunarak Seneca, Marcus Aurelius gibi Stoacılardan derin bilgelikler aktarıyor. Ayrıca, Rick Rubin’in “The Creative Act: A Way of Being” adlı kitabını da okuyorum; gerçekten ilginç ve büyüleyici bir eser. 
 
Ve klasik son soru: İstanbul konserinize istinaden sizi dinlemeye gelecek hayranlarınıza neler söylemek istersiniz? Ayrıca sürprizi kaçmasın tabii ama biraz öğrensek fena olmaz; konserde bizleri neler bekliyor? 
 
Bu özel konserde yalnızca ben ve Valentijn (Elsen) olacağız. Genellikle bu şekilde çalıyorum, çünkü bu performansım, müziğimin ve melodilerimin en saf hali, en doğal formu. Sadece ikimiz olsak bile, konserin dinamik, mizah dolu ve enerjik geçeceğine inanıyorum. Sahnedeyken müzikseverlerle aramızdaki enerji alışverişi, aramızda umut kıvılcımları yaratacak.