Yapının, M.Ö. 3300–3100 yıllarına tarihlendiği ve Güney Mezopotamya’da ortaya çıkan ilk kentlerden biri olan Uruk ile aynı döneme ait olduğu bildirildi. Uruk, dönemin en büyük kentlerinden biriydi; yaklaşık 80 bin nüfuslu bu şehir, 400 hektarlık bir alana yayılmıştı ve idari, yerleşim gibi bölgelere ayrılmıştı.
Kazı ekibine göre yapının mimari tarzı, onun sıradan bir konut değil; resmi ya da törensel amaçlarla inşa edilmiş bir bina olduğunu ortaya koyuyor. Yapı, bölgedeki bir toprak yığınının en üst kısmında keşfedildi. Eğer “anıtsal” niteliği doğrulanırsa, bu bulgu Uruk’un uzak bölgelerle olan ilişkisine dair mevcut bakış açısını kökten değiştirebilir.
Yapının içinden çıkan altın kolye parçası, toplumda statü göstergesi olarak kullanılmış olabileceğine işaret ediyor. Ayrıca, Uruk dönemine ait “silindir mühürler” de bulundu. Bu mühürler genellikle yönetim ve siyasi otorite ile ilişkilendiriliyor.

Bunlara ek olarak, araştırmacılar “duvar konileri” adı verilen süslemelere de ulaştı. Bu koniler, ıslak sıvanın içine batırılarak duvarlara mozaik görünümü kazandırmak amacıyla kullanılan, pişmiş kil veya taştan yapılmış dekoratif elemanlardı. Geometrik desenlerle bezenen bu koniler, yapının kamusal ya da törensel bir işlev taşıdığına dair bir başka kanıt.
Kani Şayê, Uruk’a yaklaşık 480 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Yani o dönem için yaklaşık 15 günlük bir yürüyüş mesafesinde. Bu nedenle burası uzun süre Uruk kültürünün dış çevresinde kalan bir bölge olarak değerlendirilmişti. Ancak son bulgular, bölgenin Uruk’la aktif kültürel ve politik bağlara sahip olabileceğini gösteriyor.

Bölgede 2013’ten bu yana sürdürülen kazılarda, Kalkolitik Çağ’dan (M.Ö. 6500) M.Ö. 2500’e kadar uzanan bir yerleşim geçmişi tespit edildi. Araştırmacılar, Kani Şayê’nin özellikle Dicle Nehri’nin doğusunda yer alan en önemli arkeolojik merkezlerden biri olduğunu vurguluyor.
Uruk, yalnızca bir şehir değil; aynı zamanda insanlık tarihinin birçok ilkiyle anılan bir merkezdi. Çivi yazısının ve yazılı sayı sisteminin geliştiği, ziggurat tarzı tapınak mimarisinin ortaya çıktığı ve dini sembollerle ayrışmış din adamlarının belki de ilk kez şekillendiği yer olarak kabul ediliyor.
