Beşşaru Hafız-ı Esed’in firarından ve yarım yüzyıllık dikta duvarının yıkılmasından bir hafta sonra “sınırın sıfır noktasında… Ve sınırın ötesinde” durum nedir?
Cilvegözü, Yayladağı, Zeytindalı ve Öncüpınar sınır kapıları hareketli…
“Sılaya özlem… Sılaya dönüş.”
Şam… Halep… İdlib… Afrin… Hama… “Özgürlüğe, yeni gelişmelere alışma telaşı… Kutlamalar… Sağa sola koşuşturmalar.”
Hüseyin Yayman ile birlikteyiz… “Bölgenin evladı… Hatay Milletvekili.”
Suriye’ye “54 kilometre sınırı olan” Reyhanlı ilçemizin Belediye Başkanı Ahmet Salman Yumuşak da yanımızda… Arapça biliyor.
Sığınmacı bir aile… Baba, anne, 10 çocuk… Etrafımızı sarıyorlar:
“Halu lu ne ye ehil ne Türkiye.”
– Ahmet Başkan… Ne diyorlar?
– Diyorlar ki… Türkiye’den ağlayarak gidiyoruz.
***
Devlet… 7/24
Devletimizin “değişik kurumlarının” üst yöneticileri burada. “Bölgede… Sınırda… Daha ileride… Her yerde.”
“7/24” görev yapıyorlar.
Toplantılar… Önlemler… Koordinasyon… Göç/geri dönüş yönetimi.
Konuşuyoruz… İsimlerinin yazılmasını istemiyorlar.
Fotoğraf… Ona da “Hayır.”
***
Helal olsun
Mustafa Masatlı… Hatay Valisi… “Misafirlerimizi uğurluyoruz” diyor.
Dikkat ediyoruz… Ağzından hiç “Suriyeli” ya da “Sığınmacı” sözü çıkmıyor.
– Misafirlerimiz kendi iradeleriyle… Gönüllü, güvenli ve onurlu olarak gidiyorlar.
Sınır kapılarında “misafirlere” son ikram… Çay, kahve… Yiyecek.
Misafirler… Giderken “Halulu ne” diye bağırıyorlar.
– Başkan… Ne diyorlar?
Ahmet Salman Yumuşak… Tercüme ediyor:
– Helallik istiyorlar… Hakkınızı helal edin diyorlar.
***
İstihbaratçılar
Bölgede… Sınırda… Sınır ötesinde… Humus, Tel Rıfat, Halep, Hama, Şam’da… “Değişik ülkelerin istihbarat örgüt elemanları” cirit atıyolar.
Kimi “gazeteci” kimliğinde, kimi “diplomat”, kimi “hayır kurumu temsilcisi”… Sağlık görevlisi… Şucu, bucu… Her milletten. Fakat… “Bizimkilerin” bir ayrıcalığı var.
“Türk” denilince… Türkçe konuşunca… Suriyeli, “kapısını… Kalbini açıyor” kucaklıyor:
“Uhvanne el Türkiye.”
– Ahmet Başkan… Bu Suriyeli ne dedi?
– Dedi ki… Türkiye ile kardeşiz.
***
Giden… Diyor ki…
Yaser Hafif… 32 yaşında… Evli… 3 çocuğu var… Türkiye’de 5 yıl kalmış.
Otomobil tamirciliği yapmış… Lastikçilik… Yaz lastiği… Kış lastiği… Lastik değiştirme… Türkçesi “tam puan.”
Çocukları Türkçe konuşuyorlar… “Galatasaraylı.”
Eşyalarını toplamışlar… Bavullar… Torbalar… Yığınla.
Yaser… “Bizim artık 2 vatanımız var” diyor:
– Suriye de vatan… Türkiye de vatan… 2 kardeş vatan.
– Yaser… Suriye’de ne yapacaksın? Çocukları nasıl doyuracaksın?
– Abi… Benim şehir Hama… İşim çiftçilik… Şerefsiz Esad kaçtı… Artık tarlama dönüp çalışmam lazım… Allah büyük… Allah yardım eder.
***
Gitmeyen… Diyor ki…
Yasin Öztürk… Reyhanlı Kaymakamı… “Yoruldunuz” dedi:
-Biraz dinlenin… Acıkmış olmalısınız… Lokantaya gidelim.
Yemek bahane… Sokakta, lokantada Suriyeli çok… Çorba içer, “misafirleri” dinleriz.
Ömer Abdo… Suriyeli… Kebapçıda (Doç Lokantası) çalışıyor.
4 oğlu var… 2’sinin adı Halil… Diğerleri Mahmud ile Hüseyin.
Çocuklarından biri de lokantada… “Stajda.“
Sordum:
– Ne stajı?
– Amca… Meslek lisesinde okuyorum… Garsonluk stajı yapıyorum.
Babasına döndüm… Ömer Abdo’ya:
– Suriye… Artık özgürlük var… Neden gitmiyorsun?
– Abi… Bekliyorum… Biraz daha Türkiye‘deyiz.
– Neden?
– Suriye ne olacak? Bilemiyorum… Güvenlik… Ortalık karışık… Çocuklar Türkiye’de okuyor… Okullar açık… Hele okulları bir bitsin.
***
Taşlar yerine oturmadan
Suriye’ye… Doğduğu yere giden… “Nah nu biten niştakuırkum“ diyerek, el sallıyor. Türkçesi… “Türkiye’yi çok özleyeceğiz.”
Gitmeyen… “Gerekçesini” söylüyor. Kendisi… Suriye’ye dönmekten yana… Fakat eşi istemiyor.
Oğlu… Geldiğinde 10 yaşında imiş… Şimdi 24 yaşında… Türkiye’yi, Cumhurbaşkanı’nı, valiyi, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, İstanbul’u, Bursa’yı biliyor… İş bulmuş çalışıyor… Annesi gibi düşünüyor… “Türkiye’de kalalım.”
“Sığınmacı… 14 yıllık misafir” arada kalmış…Karar veremiyor.
Çok kişi böyle… Kararsız… Beklemede.
Gözlemimiz:
Suriye’de taşlar yerine oturmadan… Can güvenliği sağlanmadan… Altyapı (imar… Devlet kurumları… Hastaneler) olmadan… “Büyük göç… Büyük dönüş” beklersek yanılırız.
***
Acelesi olanlar… Ve olmayanlar
Hama… Cilvegözü sınır kapısı… Yayladağı… Halep… Zeytindalı… Humus… “Türkiye’den, doğduğu yere dönüş” devam ediyor.
Kimi İzmir’den, kimi İstanbul’dan… Van’dan… Bursa’dan… Konya’dan… Osmaniye’den.
Şam’da, Dera’da, Halep’te, Humus’ta “evi, barkı, tarlası, dükkanı” olan, dönüyor.
Diğerleri… “Acele etmiyor.”
***
Yarın… “Şükran”
Sabahtan akşama kadar… Antakya‘da… Sınır kapılarında… Lokantada… Sınırın Suriye tarafında… En çok duyduğumuz söz… “Şükran.”
Hayır… Kadın adı değil.
Arapça’da… Şükran’ın “karşılığı” teşekkür.