“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”


Son yıllarda dünya çapında milyonlarca dinleyiciye ulaşarak kendine özgü “sophisticated pop” anlayışıyla dikkat çeken Kadebostany, yalnızca bir müzik grubu değil, aynı zamanda “seslerin cumhuriyeti” olarak tanımladığı bir evren. Bir milyardan fazla stream, kültleşmiş şarkılar ve 30’dan fazla ülkede 700’ün üzerinde konser… Kendi ifadesiyle, her konseri farklı bir deneyim sunan Kadebostany’nin yeni buluşma tarihi: 1 Eylül, İstanbul Cemiz Topuzlu Açıkhava Sahnesi. Konsept olarak kendi bayrağı, pasaportu ve parasıyla bir “mikro-evren” kuran Kadebostany ile konuştuk…

Yapımcı Guillaume de Kadebostany (diğer adıyla President Kadebostan) tarafından 2008’de kurulan, İsviçre kökenli müzik projesi grubu “Kadebostany”, 14 yaşında DJ’liği ve müzik prodüksiyonunu keşfetmeye başlıyor. O zamanlar, ilk davulunu satın alıyor ve ardından kişisel kayıt stüdyosunu kuruyor. Hikayesi de tam burada başlıyor… “Odak noktam, 70’ler ve 80’lerde yaygın olarak klasik kayıt tekniklerini kullanmaktı. Bugün, Kadebostany Cumhuriyeti’nin başkanı olarak, asıl amacım bu kurgusal ulusun kültürünü ve mirasını günlük olarak geliştirmek ve tanıtmak” diyor.  

Girizgâha gerek yoktu aslında, zira Kadebostany dünyada olduğu kadar Türkiye’de de yakın kadrajda olan bir grup. Müziksever kitle ve Kadebostany arasındaki sevgi karşılıklı. Hatta öyle ki bu kaçıncı konser rotası ben bile hatırlamıyorum. Sena Şener ve Barış Demirel’le yaptığı iş birlikleri de bu karşılıklı sevgi ve ilgiyi pekiştirdi. Grup, bu projelere bir yenisini daha ekliyor:

(2022’de yayınladığı ilk teklisi “Senin Rüyalarında” ile dikkat çeken, 96 doğumlu) Selin Çıngır’la İstanbul’da kaydedilen ve “modern pop ve folk müziğin çarpıcı bir karışımı” olarak tanımlanan (yeni albümün de habercisi olan tekli) “Elephant in The Room”, 29 Ağustos’ta yayında… (İç ses: Şarkıyı röportaja hazırlık aşamasında dinlemiş bir fani olarak müzik eleştirmenlerinin, “Kadebostany’nin sürekli gelişen mirasında cesur bir yeni dönemin başlangıcını işaret ediyor” dediğini tecrübe ettim. Hissi, melodilerin tınısında geçmişe gidip geldim… Ve odadaki fil metaforunu da sevdim!)  

“Kadebostany için yeni bir sesi, bir evrimi temsil ediyor” dediği yeni albüm “The Outsider”ın ise Ocak 2026’da kulaklara zuhur edeceğinin müjdesini veren grup, 1 Eylül’de İstanbul, Cemiz Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde müzikseverlerle buluşuyor. Şimdi sözü, grubun kurucusu, besteci ve prodüktör Guillaume de Kadebostany’e bırakalım… (Es notu: Konser öncesi ısındırma olur niyetine, Kadebostany TV’ye de göz atmanızı salık veririm; grubun yarattığı bu kurgusal cumhuriyette son mevzuları yakalamak eğlenceli olabilir!) 
 
“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”

“Özünde hâlâ müzik için yaşıyorum” 
 
İzninizle sondan başlamak isterim. Alman sosyolog, filozof ve eleştirmen Georg Simmel, “Hayat, sınırların içinden taşarak yeni biçimler bulur; yaşamın özü, sürekli biçim değiştirmesindedir” derken, Polonyalı sosyolog Norbert Elias ise, “Bireylerin hayatları, birbirine örülmüş ağlarda anlam kazanır; yalnız yaşam yoktur” olarak tarifler. Üstatların tanımından yola çıkarak sizin, kişisel ve müzik hayatınızın kadrajından 2024 ve 2025 yılı “Z Raporu”ndan ortaya nasıl bir fotoğraf çıkar? Uzun ve kısa vadede dünya insanlarına ve müziğe karşı öngörünüz ne olur? 
 
İnsanlığın ve müziğin geleceği hakkında aşırı iyimserlikten aşırı kötümserliğe kadar uzanan karmaşık duygularım var. Benim için müzik, her şeyden önce sıradanlıktan bir kaçış. Öncelikle kendi zevkim için yaratıyorum, ama nihayetinde başkalarına ulaşma ve onlara derinden bir şey hissettirme umuduyla yapıyorum. Beni büyüleyen şey, insanlıkta gördüğüm ikilik: Bir yanda olağanüstü bir güzellik, diğer yanda ise bitmek bilmeyen –sonsuz bir çatışma ve aptallık. Bazen insanlar hayatın gerçekte ne kadar güzel olduğunu, sadece hayatta olmanın sahip olduğumuz en büyük hediye olduğunu unutuyormuş gibi geliyor. 
  
Biraz geçmişe dönelim! 2008’de, “İsviçreli pop müzik grubu” olarak başladığınız müzikal yolculuğa, 2011’de ilk albüm “Songs From Kadebostany” ile adım attınız. 2025’ten geçmişe dönüp baktığınızda, bu süreçte kişisel yaşamınızda ve müzik hayatınızda nasıl evrilmeler yaşadığınızı gözlemliyorsunuz? 
 
2008’den bu yana aslında benim için çok fazla şey değişmedi. Hâlâ her gün müzik üretiyorum, turnelere çıkıyorum ve sanatım aracılığıyla dünyaya katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yıllar içinde daha fazla deneyim kazandım, artık kendi aileme sahibim ve kullandığım araçlar gelişti. Ama özünde hâlâ müzik için yaşıyorum, hâlâ başlangıçta hissettiğim aynı heyecanla motive oluyorum ve yaratım sürecinden, müziğimi dünyayla paylaşma fırsatından derin bir şekilde ilham almaya devam ediyorum. 
 

“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”

Bugünden geçmişe dönüp bakınca, -şu an aklınıza gelen- sizi tebessüm ettiren veya hüzünlendiren veya “acayipti” dediğiniz neler var? Tüm bu yılların ve anıların fotoğrafı nasıl olurdu? 
 
Geçmişten çok, hep bugüne ve geleceğe dair daha heyecanlı olmuşumdur. Zaten yaptıklarımdan ziyade şu anda ne yapabileceğime odaklanma eğilimindeyim. Benim için mesele, sürekli ilerlemek, daima ileriye bakmak. Bu benim zihniyetim ve bir bakıma kendi türümde bir din haline geldi. 
 
“Şarkının ne zaman geleceğini asla bilemezsin” 
 
Kendi tabirinizle “İsviçre’de küçük bir odadan çıkıp” dünyaya yayılmak; üstelik bu melodilerin farklı dillerde ama tek bir ağızdan söylenmesi! Bu nasıl bir his? Ve bugün, geçmişteki genç Kadebostany’e ne söylemek isterdiniz? 
 
Kendime sabırlı olmamı, zamanın her şeyi ortaya çıkaracağına güvenmemi söylerdim. Çok fazla endişelenme, sadece her gün ileriye gitmeye ve ilerlemeye devam et ve geri kalan her şeyin ikinci planda olduğunu unutma derdim. 
 
Müzik eleştirmenleri sizin için “müzik sihirbazı” diyor hatta şöyle de bir tarif var, “Avrupa yeraltından devrim niteliğinde bir ses cumhuriyeti doğdu”… Ana akım müzik formatına uymadığınız kesin! Bir milyardan fazla dinlenme, kült hitler (Castle in the Snow, Mind If I Stay, Crazy in Love) ve 30’dan fazla ülkede 700’den fazla konser. Hatta “Castle in The Snow”un NASA çalma listesine girmesi gibi… Tüm bunların sizdeki karşılığı ndire veya hayatınızda nereye denk düşüyor?  
 
Açıkçası, tüm o bilinen şarkılar için minnettarım, ama beni her sabah gerçekten heyecanlandıran şey, sadece hayatta olmanın ve dünyada bir gün daha müzik yaratmak ve dünyayı düşünme fırsatına sahip olmanın verdiği mutluluk. Beni harekete geçiren şey, yaratım eyleminin saf tutkusu. Zaten yapılmış olanlara takılıp kalmıyorum, sanki bir görevdeymiş gibi, neredeyse takıntılı bir şekilde sürekli ileriye gidiyorum. 
 
“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”

 
Müzik sosyoloğu Tia DeNora, müziğin zaman boyunca ilerlediğini ve böylelikle zamana bağlı bir araç haline geldiğini ve bu sebeple müziğin hafızaya yardımcı bir öğe olduğunu söylüyor. DeNora’ya göre müzik, bir giysi ya da aroma gibi estetik ortamın bir parçası ve belirli bir an ve belirli bir ortam ile ilgili olduğunda o anın, zamana bağlı yapısını (belleğe) geri çağırmayı sağlıyor. Siz ise müziğinizi “kitlelere hitap eden sofistike” olarak tanımlıyorsunuz. Biraz açalım, müzik sizin için ne anlama geliyor? Müzikte meramınız nedir? 
 
İnsanların müziği tüketme ve onunla etkileşim kurma biçimi, yıllar önce başladığım zamandan bu yana çok değişti. Durum bu, şikâyet etmek için burada değilim, ancak insanlığın 2007 veya 2008’de iPhone’un piyasaya çıktığı dönemde önemli bir şeyi kaybettiğini hissediyorum. Birdenbire hepimizin cebinde bir bilgisayar oldu ve bu bazı olumlu şeyleri getirse de beraberinde bir dikkat dağınıklığı dalgası ve olumsuz etkiler yarattı. Pek çok açıdan akıllı telefonu zamanımızın yeni sigarası olarak görüyorum. Hepimiz bu alışkanlığın ne kadar zararlı olduğunu anladık ve çoğu insan sonunda bıraktı, ancak şimdi bu alışkanlığı daha da bağımlılık yapıcı bir şeyle değiştirdik: Telefon. Bu, hayatımızın her yönünü, müzik dahil, etkiledi. Müziğe erişim o kadar kolay hale geldi ki insanlar bazen onunla etkileşimlerinde tembelleşebiliyor. Yine de iyimserim, çünkü gerçekten iyi müziğin her zaman dinleyicisini bulacağına inanıyorum. 
 
Son albümünüz 2023 çıkışlı (“Like A Dream”in de bu albümün ruhunu yansıttığını ifade ettiğiniz, adıyla da manidar -benim de adının hastası olduğum-) “Play This at my Funerals” ile dinleyenlerinizi çok etkilediniz! Albümün yaratım sürecini anlatır mısınız? Ayrıca genel olarak şarkılarınızın yaratım/doğuş sürecinde rutininiz nasıl işliyor? 
 
Benim için bir albüm yaratmak, hayatımın belli bir dönemini yakalamak gibi. Her iki üç yılda bir, her gün üzerinde çalıştığım tüm şarkılara geri dönüp onları bir albümde toplarım. Albümü o anda yapmaya koyuluyormuşum gibi hissetmiyorum; daha çok yaşadığım dönemi ve o yıllarda yaptığım işi yansıtmakla ilgili. Turnede olmadığımda her sabah stüdyoya gidiyorum ve günü bitirmeden önce sekiz ila on saat çalışıyorum. Bunu her gün yapıyorum çünkü harika bir şarkının ne zaman geleceğini asla bilemezsiniz. Bazen şanslı oluyorum, bazen olmuyorum; bu yüzden mümkün olduğunca hazır bulunmaya çalışıyorum. Bu süreç neredeyse ruhani hissettiriyor. 
 
Gelelim Kadebostany Cumhuriyeti’ne… Neler oluyor bu “cumhuriyet dünyasında”? Bu cumhuriyetin başkanı olarak, dünyadaki müzik yaratımlarını ve müzikseverleri nasıl gözlemliyorsunuz?  
 
Evet, inanıyorum ki hepimiz her gün olanlara uyum sağlıyor ve onlara tepki veriyoruz. Ben buna ilham diyorum ve çevremdeki dünyayı gözlemlemekten, onu düşünmekten keyif alıyorum, büyüdükçe daha çok fark ediyorum ki yaratılmış en güzel şey doğanın kendisi. Doğada hiçbir şey çirkin değil. İster bir orman ister deniz ister hayvanlar olsun, bundan daha nefes kesici bir şey yok. İlhamımı sık sık orada buluyorum. 
 
“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”

 
“Selin Çıngır gerçekten özel bir sanatçı” 
 
Bugüne kadar yazdığınız şarkılar arasında en sevdiğiniz hangisi? Onu, sizin için anlamlı kılan nedir? 
 
Her zaman olduğu gibi, favori şarkım sorulduğunda, favori şarkımın her zaman şu anda yazmakta olduğum şarkı ya da henüz yazmadığım şarkı olduğunu söylemeyi severim. Daha net olmak gerekirse, önümüzdeki Ocak ayında çıkacak olan yeni albümüm “The Outsider” için gerçekten minnettar ve heyecanlıyım. Bu eser için iki yıl harcadım ve birden fazla iş birliği gerçekleşti; yine de çok tutarlı bir bütünlüğe sahip. Kadebostany için yeni bir sesi, bir evrimi temsil ediyor ve hâlâ o imza niteliğindeki Kadebostany havasını koruyor. Bunu paylaşacak olmaktan gerçekten çok heyecanlıyım. 
 
Yıllar içinde Türkiye coğrafyası ile karşılıklı bir organik bağ kurduğunuzu gözlemliyorum. Misal, “Walking With A Ghost” şarkısı Eskişehirspor taraftarı tarafından “Tükenmiş Nefeslere” adlı marşa uyarlanmıştı. Ayrıca Türkiye’den pek çok sanatçıyla projelere imza attınız. Son olarak, “Müziğimi ‘kendim olmak’ diye tanımlıyorum” diyen Selin Çıngır ile ortaklaşa yaptığınız -29 Ağustos’ta çıkacak tekli- “Elephant in The Room” var. Bize bu buluşmadan bahseder misiniz? 
 
Müzik söz konusu olduğunda, kendimi gerçekten akışına bırakıyorum. Aktif olarak iş birlikleri aramıyorum; daha çok insanların bana ulaşmasını istiyorum. Bu özel durumda, Selin bana bir mesaj gönderip birlikte çalışmayı denememizi önerdi. Müziğini çok sevdiğim için cevabım hemen evet oldu. Bunun arkasında bir ana plan yok. O gerçekten özel bir sanatçı ve ben her zaman müziğe derinden bağlı ve yaratıcı sürece tamamen dalmış insanlarla çalışmaya özen gösteriyorum. 
 
Bugüne kadar en etkilendiğiniz konser deneyimi ve projesi hangisiydi, neden? 
 
Bu soruyu yine geleceği ve şimdiyi düşünerek yanıtlayacağım. Şu anda “The Outsider Tour” için hazırladığım yaklaşan gösteri üzerinde çalışıyorum ve bu hem heyecan verici hem de zorlu bir süreç. Çok ilginç bir kadroyla dünya turuna çıkıyoruz ve o kadar çok ikonik Kadebostany şarkısı var ki, çalmam gerektiğini hissediyorum. Aynı zamanda, şarkıları izleyici için her zaman taze bir şekilde sunmak istiyorum ve albümden yeni şarkıları da dahil etmek istiyorum. Set için zaman sınırlı olduğundan, hangi şarkıları dahil edeceğimi ve hangilerini bırakacağımı seçmek her zaman bir meydan okuma. Kendimi tekrarlamayı sevmediğim için yeni bir düzen tasarlama sürecindeyim. Bu çok fazla iş, ama aynı zamanda inanılmaz derecede heyecan verici. Şu anda üzerinde çalıştığım en etkileyici ve ilham verici proje bu benim için. 
 
Dünya, ne yazık ki gittikçe daha da absürt, karmaşık ve insanların bencilliğinde yokuş aşağı sürükleniyor -ve belki de tamamlanıyor- gibi! Tüm bu dünya politikaları, disiplinleri veya ülkeler arası jargonda yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz? 
 
Cevabım basit: Haberleri izlemiyorum. Sadece doğrudan etki edebileceğim şeylere odaklanıyorum. Belki bu kulağa biraz bencilce gelebilir, ama bu beni ayakta tutuyor. Herkesin dünyaya bir misyonla geldiğine inanıyorum ve benimki müzik. Buna odaklanmaya çalışıyorum, çünkü müziğin insanların hayatlarına bir film / bir fon müziği sağlayabileceğini düşünüyorum. Küçük dünyamın köşesinden, yarattığım şeylerle başkalarına yardım edebileceğimi umuyorum. 
 
“Çünkü ‘Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek çok şey var”

 
“Sesinin evrimini tanımlamak istedim” 
 
“Kadebostany Cumhuriyeti”nin önümüzdeki dönemde projeleri neler? Dinleyicileri nasıl sürprizler bekliyor? 
 
Eh, sürprizlerle dolu. Öncelikle, kendimi şaşırtmaya çalışıyorum. Sanırım en büyük sürpriz, Ocak 2026’da çıkacak olan yeni albümüm “The Outsider”. Kadebostany’nin sesinin evrimini tanımlamak istedim. Hâlâ Kadebostany, ama aynı zamanda biraz farklı bir şey de getiriyor. Bu bile başlı başına bir sürpriz. İlerleyen süreçte, yaptığım her şeyde sınırları zorlamayı planlıyorum; ister sosyal medya ister canlı gösteriler ister müziğin kendisi olsun. Her şey daha fazlasını yapmak, daha fazlasını keşfetmek ve daha ileriye taşımakla ilgili. 
 
Bugünlerde size iyi gelen neler var; kitap, albüm, şarkı veya bir an / fotoğraf karesi gibi; günlük rutininizde neler oluyor? 
 
Şu anda beni en çok mutlu eden şey, kızım Sierra ile her gün Ibiza sahilinde yürümek ve onun büyüyüp gelişmesini izlemek. Onun çiçek açmasını görmek gerçekten de evrendeki en büyük hediyelerden biri. 
 
Ve klasik soru; İstanbul konserinizde gelenleri neler bekliyor: Kadebostany Cumhuriyeti vatandaşlarına ve ilk defa canlı performansınızı tecrübe edecek müzikseverler için -sürprizi de kaçmadan- biraz anlatır mısınız? 
 
1 Eylül’de İstanbul’daki izleyiciler, bu tamamen -biletleri tükenen- dolu tur boyunca Avrupa’nın tüm başkentlerinde sahnelediğimiz Kadebostany şovunu deneyimleyecekler. Bu, tıkır tıkır işleyen bir prodüksiyon ve hit şarkıları, yeni materyalleri, deneysel anları, neşeli zirveleri ve duygusal inişleri harmanlayan Kadebostany canlı deneyiminin zirvesini temsil ediyor. Kurulum benzersiz; Ben, modüler synthesizer/sampler ile üç vokalist ve iki parçalı trompet/korno bölümü eşliğinde benzersiz ve sıra dışı bir sahneleme sunuyor. İzleyiciler için, kendinizi gülümseyerek ağlarken bulabileceğiniz bir deneyim olacak. 
 
Son olarak paylaşmak istediğiniz, “bu da var anlatalım, çoğalsın” dediğiniz bir not varsa aracı olmaktan mesut olurum? 
 
Son olarak, Kadebostany’yi zaten bilen herkesi konsere gelmeye, bilmeyenleri ise bizi keşfetmeye davet ediyorum. Bu, daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemeyen bir deneyim. Sosyal medyada bizimle etkileşime geçmekten çekinmeyin, çünkü Kadebostany Cumhuriyeti’nden keşfedilecek ve öğrenilecek çok şey var.